Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York’ta düzenlenen “Nefret Söylemiyle Mücadele” etkinliğinde konuştu.
Erdoğan’ın konuşmasından satır başları;
Öncelikle dün Pakistan’daki depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum.
Unutulmamalıdır ki, holokosttan Bosna’ya Ruanda’dan Myanmar’a insanlığa karşı işlenen en büyük suçların öncesinde nefret söylemi duyulmuştur. Ruanda’da milyonlar öldürülmüştür ama kimse Batı’ya nasıl yaptını dememiştir. Aynı şekilde uluslararası toplum bu acı tecrübelerden gereken dersleri çıkarmamıştır.
Christchurch’te 2 camiye gerçekleştirilen terör saldırısı sorunun boyutunu gözler önüne sermiştir. Terör eyleminden sonra örnek bir tutum sergileyen yeni Zelanda halkına buradan teşekkür ederim. Bu eylem Müslümanları ve masum insanları hedef alan ne ilk ne de son eylemdir. 1993 yılında Solingen’de Neo Naziler 5 vatandaşımızı evlerini ateşe vererek katlettiler. 2011’de Oslo yakınlarındaki bir adada 77 can beyaz ırkın üstünlüğüne inanan bir cani tarafından öldürüldü. 2017 yılında Kanada’daki cami saldırısında 6 Müslüman hayatını kaybetti. Günümüzde nefret söylemine, ayrımcılığa, ırkçılığa en fazla maruz kalanlar Müslümanlardır. Müslüman kadınlar sırf başörtüsü taktıkları için sokakta, çarşıda, işyerlerinde tacize uğruyor. Yurtdışındaki 6.5 milyon insanı nefret söyleminden etkilenen bir ülke olarak buna göz yumamayız.
HİNDİSTAN’IN POLİTİKALARINA ÇOK SERT TEPKİ
Mevzuattaki boşluklar düzeltilmeli. Nefret söylemi fikir özgürlüğü sınıfına asla alınmamalıdır. Son dönemde özellikle Hindistan’da Keşmir olaylarıyla bütünleşen bir dönemde, sadece inek eti yedikleri için ölüme mahkum edilen Müslüman gençlerin haklarını nasıl savunur hale geleceğiz? Sen nasıl inek eti yersin? Böyle bir saçmalama olabilir mi? Onlara mı soracağız? Herkesin herhalde vejeteryan olması beklenemez. Benim inancımın gereği bu değil. Ben senin inancına saygı duyuyorum, sen bana neden duyuyorsun? Bizim ülkemizde domuz eti yiyenler var. Biz bunlara müdahale etmiyoruz. Onun inancının gereği odur, yiyebilir.
Hindistan’ın Keşmir’de geldiği noktanın tanımı mümkün değil. Keşmir, bir açık hava hapishanesine döndürülmüş durumdadır. Giriş, çıkış adeta yasak durumda. Yarın o bölgede ne tür kanlı eylemler olacağını ben şimdiden düşünemiyorum, anlatmak da istemiyorum. Bu gelişmeler üzerine Hindistan’ın dışişleri bakanı, ülkemizdeki büyükelçileri Türkiye’nin Keşmir’e yaklaşımının doğru olmadığını söylüyorlar. Biz onlardan izin alarak mı politikamızı belirleyeceğiz? Bütün devlet kurumlarına bu konuda önemli görevler düşüyor.
Türkiye olarak yükselen İslam düşmanlığıyla mücadeleye devam edeceğiz. Sürekli olarak Batı, sevgili peygamberimize birçok hakaretler yapmıştır. Biz bütün bunlara karşı sabırla göğüs gerdik.
İslam bir barış dinidir. Barış dini olan İslam’ı terörle yan yana getirmek ahlaksızlıktır. Her inanç mensubunun teröristleri vardır. Az önce örneklerini verdim. Bunların içerisinde farklı dinlerden olanlar var. O başka bir şey, terörist başka bir şey. Yeni Zelanda’da gerçekleştirilen terör saldırısı sonrasında İİT ve BM’de önemli girişimler gerçekleştirdik. Şu anda bizim bütün kararlılığımı Cemmu Keşmir’deki adımları oturtmak ve oradaki Müslümanların haklarını sonuna kadar korumaktır. Bunu aynen şu anda Filistin’de olanlara benzetiyorum. Filistin’de olanlar çıkabiliyor mu? Hayır, İsrail devletinin iznine tabi.
İSRAİL ANISINI ANLATTI
Ben başbakan olarak İsrail’e gittim, İsrail’den Filistin tarafında geçerken eşimle beraber arabada yarım saat sınırda bekletildik. Niye bekletildiğimi anlayamadım. Resmi bir ziyaret için Tel Aviv’den Filistin’e geçerken başıma bu olay geldi. İşte İsrail’in devlet liderlerine yaklaşımı budur. Kimi beğeniyorlarsa kapılar onun için açıktır beğenmiyorlarsa kapılar kapalıdır. Lafa geldiği zaman bütün özgürlükleri savunurlar hiçbir zaman samimi değildirler.