Birleşmiş Milletler’in otizm konusunda farkındalık yaratmak amacıyla 2007’de ilan ettiği Dünya Otizm Farkındalık Ayı’nın bu yıl 15’incisi gerçekleşiyor. Her yıl 2 Nisan günü “Dünya Otizm Farkındalık Günü” olarak anılıyor ve nisan ayı boyunca tüm dünyada otizm ile ilgili sorunlara çözüm bulunması ve bu alanda kamuoyunun bilinçlendirilmesi amacıyla çalışmalar yürütülüyor.
Hastalık Korunma ve Koruma Merkezi’nin verilerine göre dünyada her 44 çocuktan birinde otizm görülüyor. Dünya nüfusunun yüzde birinde ise otizm olduğu düşünülüyor. BİLGİ Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi Direktörü Zeynep Maçkalı, otizmin yaygınlığında yıllar içinde bir artış yaşandığına dikkat çekerek otizmin tedavisi için ilk önerilen yöntem olan özel eğitimin yanı sıra psikolojik desteğin de önemini vurguladı.
‘Otizm her bireyde farklı seyredebilir’
Maçkalı, “Otizm, yaşıtlarıyla kıyaslandığında, etrafındaki kişilerle sosyal ilişki ve etkileşim kurma isteğinde kısıtlılığın, tekrarlayan hareketlerin gözlendiği; dil kullanımının kısıtlı veya hiç olmadığı nörogelişimsel bir bozukluktur. Tekrarları sevmek ve aynılık ihtiyacı da otizmde yaygın şekilde gözlenen durumlardır. Otistik belirtiler, en belirgin olarak ikili ilişki kurma ve sürdürme isteği ile tekrarlayan hareketlerde gözlenebilmektedir. Otizmin bir spektrum bozukluğu olduğu unutulmamalıdır. Bahsi edilen belirtiler her otizmi olan bireyde benzer şekilde görülmemektedir. Belirtilerin şiddeti ve seyri, bireyin sürekliliği işaret eden eğrinin hangi tarafına düşebileceğini işaret etmektedir” dedi.
Otizmin ilk belirtileri erken çocuklukta başlıyor
Otizmde ilk belirtilerin dilin gelişmeye başladığı dönem olan 12-18 ay arasında fark edildiğini belirten Maçkalı, “Göz ilişkisi kurmama, ismiyle çağırılınca bakmama gibi belirtiler anne-babalar tarafından erken dönemlerde fark edilebilmektedir. Otizmi olan bireylerin sosyal ipuçlarını anlamada ve bu yolla edindikleri bilgileri daha sonra kullanmakta zorluk yaşadıkları bu alanda çalışan pek çok klinisyen tarafından kabul ediliyor. Örneğin, bay-bay dendiğinde karşılık olarak el sallayarak bay-bay yapmakta zorlanmak gibi… 2-3 yaş ise otizmde ebeveynlerin en sık başvuruda bulunuldukları yaştır. Bazen bir yaşına kadar yaşıtlarıyla benzer bir gelişim gösteren bebekler, 2 yaşına doğru gelişimsel olarak gerileyebilmektedir. Örneğin tek tek kelimeler söyleyebilen bir çocuğun kullandığı kelimelerin sayısı yavaş yavaş azalabilir” dedi.
Otizmi olan çocukların büyük çoğunluğunun en baştan itibaren gelişimsel aksamalar yaşayabildiğini söyleyen Maçkalı, “2-3 yaşında göz ilişkisi kurmak ve devam ettirmek veya kucağa alınmak için kollarını açmak gibi ikili ilişki kurma isteğini belirten davranışlar gözlenmez. Bu yaşta dikkati çeken bir başka belirti ise göz ilişkisi kurma, jest ve mimikleri kullanma gibi söz dışı iletişim yollarını kullanarak başkalarının dikkatini farklı olaylara yönlendirememeleri veya buna arzu duymamalarıdır. Örneğin otistik belirtileri olan bir çocuk dikkatini çeken bir şey gördüğü zaman bunu anne-babasına da göstermek yerine kendi eline alıp, dakikalarca elinde tutup, en ince detayına kadar inceleyebilir. Araştırmalarda ayrıca otizmli çocukların bu dönemde yaşıtlarına ilgi göstermek yerine yalnız kalmayı tercih ettikleri, başka çocuklar gibi oynamadıkları, sebebi olmaksızın kendiliğinden gülebildikleri belirtilmektedir. Tabi bu gülmelerin de onlar için bir anlamı oldukları unutulmamalıdır. Bunların yanı sıra örneğin, saklambaç gibi basit kurallı oyunlara eşlik edemedikleri, hayali oyunlar kuramadıkları da gözlenmektedir.” dedi.
‘Aile de psikososyal destek almalı’
Otizmin tedavisine ilişkin önerilerini de paylaşan Maçkalı, “Otizmin psikososyal tedavisinde yaygın olarak davranışçı yöntemler kullanılmaktadır. Ancak son 10-15yıldır gelişimsel, ilişki odaklı müdahalelerden umut verici sonuçlar elde edilmektedir. Bu müdahaleler kapsamında sadece özel eğitim değil, çocuğun ve ailenin; özellikle de annenin psikolojik olarak desteklenmesi de çok önemlidir. İlişki odaklı çalışmada, çocuğun oyun ve sanat yoluyla ilişkiye davet edilmesi amaçlanmalıdır. Bunun için ses, resim, basit müzik aletleri, çeşitli nesneler kullanılabilir. Burada çocuğu ilişki kurması için zorlamak yerine, ilişkiye hazır olması için ihtiyaç duyduğu ortamı sunmak ve bunu tutarlı şekilde devam ettirmek önem taşımaktadır. Çocuğa bir şey öğretmek değil, çocuğu merak etmek, onu anlamaya açık olmak, çocuğun yönelimlerine izin vermek, kendini ifadesine etmesine alan açmaya çalışmak önemlidir” dedi.
Çocuğun yaşadığı zorluk kadar ailelerin de bu durumdan etkilendiğini belirten Maçkalı, “Aileye sunulacak destek kapsamında ailenin endişelerinin ciddiye alınması, gözledikleri bu tablonun ne anlama geldiğinin onlara açıklanması ve neler yapılabileceğinin, neler yapabileceklerinin ele alınması, yaşadıkları zorluklarla nasıl başa çıkabilecekleri yönünde ailenin güçlendirilmesi çok önemlidir. Ailenin çocuğun davranışlarına anlam verebilmesi, çocuğun neden öyle şeyler yaşadığını anlayabilmesine olanak tanıyacak; bu da çocuğun duygularını anlayabilmesine ve kontrol edebilmesine yardımcı olacaktır. Çocuk ve aileyle birlikte sürdürülen psikoterapötik çalışmada, ilişkide oluşan hasarlar onarıldıkça, gelişimsel aksamalar ‘normal’e yaklaşmaya başlayacak, ailenin aldığı destek sürecin hızlanmasına alan sağlayacaktır” diye konuştu.